
Son yıllarda dünya ikliminin değişmekte olduğunu çok daha net gözlemlemeye başladık. Bunun nedenleri olarak endüstriyel faaliyetlerin belirli yerlerde yoğunlaşarak artması ve her çeşit doğal kaynağın gelişi güzel ve hoyratça kullanılması gösterilebilir. İnsanların yaşam düzeyleri, konfor anlayışları ve gelişmişlik ölçütleri her geçen yıl çok daha fazla artıyor. Küreselleşmenin ve gelişen teknolojinin etkisiyle insanların yaşam şekillerinin de değişmesi tüm insanlık üzerinde ivmeli bir baskı oluşturuyor. Örneğin 40-50 yıl sonra yaşayacağımız şehirler şimdiki şehirlerden çok daha farklı olacak. Bunun gerçekleşmesinde çok iyi uyumlandırılmış yatırımlar ve dolayısıyla da altyapı ve finans önemli bir rol oynayacak.
İşte bu süreçte kalkınma düzeyimizi düşürmeden ama olumsuz iklim değişikliklerini de yavaşlatmak, hatta olası ise durdurabilmek için ilk alabileceğimiz önlem düşük karbon teknolojileriyle sürdürülebilir bir büyüme hedeflemek olabilir. Pek çok kurum ve kuruluş enerji stratejilerinde öncelikle karbonsuzlaştırmayı merkeze almakta ve olası iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kaçınmak için dünyamızı yaşanabilir ve güvenli bir geleceğe taşıyacak kalkınma modelini gerçekleştirebilecek mekanizmaları hayata geçirilmeye çalışmakta.
Günümüzde yaşanmakta olan kontrolsüz gelişmenin nedeni olarak “Nasıl daha verimli ve çevreci bir üretim yapılabilir?” düşüncesi yerine “Ne kadar daha fazla tüketim sağlanabilir?”e yönelik baskılar olduğu belirtilmekte. “En az maliyetle dengeli bir iklim politikasının gerçekleştirilebilmesi” hedefine uygun bir kalkınma modeli düşünüldüğünde ise bunun sadece düşük karbonlu bir model ile yapılabileceği öngörülmekte.
OECD tarafından hazırlanan ‘İklime Yatırım, Büyümeye Yatırım’ raporu, Dünya Ekonomik Forumu’nun “2019 Küresel Riskler” raporu ve Aralık 2018’de gerçekleşen BM İklim Zirvesi’nde bu yönde verilen mesajlar, Avrupa Birliği Paris Anlaşması’nın uzun dönemli hedefleri ile uyumlu olarak 2050 yılında karbon-nötr ekonomiye geçeceklerini duyurması ile Uluslararası Enerji Ajansı tarafından yayımlanan Dünya Enerji Görünümü 2018 Raporu’nda yer alan Sürdürülebilir Kalkınma Senaryosu hep bu konuları işlemekte. Ayrıca TÜSİAD tarafından 2017 yılında hazırlanan Tutum Belgesi’nde de iklim değişikliğiyle mücadele ve düşük karbonlu kalkınma konularındaki yaklaşımlar ve politika önerileri vardı.
Gelişmişlik ve kalkınma sürecini yoğun bir şekilde yaşamakta olan Türkiye için enerji arz güvenliği en önemli konulardan biri. Çok büyük oranda dışa bağımlı olduğumuz bu konuda enerjiyle ilgili politikalarımız birbirini tamamlayacak şekilde olmalı, enerjiyi üretenler ve kullananlara yönelik olarak bilgilendirme ve eğitim amaçlı çeşitli çalışmaları da ivedilikle uygulamaya geçirmeliyiz.
Ülkemizin özellikle son yıllarda gerçekleşen hızlı nüfus artış oranının yanı sıra yurt dışından aldığı göçler nedeniyle öngörülemeyen şekilde artan nüfusu ve buna koşut ekonomik büyümesi, var olan enerji gereksinimimizi daha da artırmakta. Buna çözüm için yenilenebilir enerji kaynakları ile enerji verimliliğindeki potansiyelimizi en kısa zaman içinde kullanıma sunmak zorundayız.
Geleceğin enerji sistemini hükümetlerin uygulayacağı politikalar belirleyecek. Yenilenebilir enerji alanında ülkemiz ve çevre ülkeler bazında çok fazla fırsat olduğu görülüyor. Ancak enerji politikalarının yanı sıra sanayi hatta tarım politikalarının da öncelikli olarak düşünülmesi, birlikte uygulanabilirliğini sağlayacak mevzuatlarla yürürlüğe sokulması öncelikli olmalıdır. Örneğin; enerjiyle ilgili tarafların katılım sağlamalı ve karbon vb. politikalar bir arada ve doğru verilerle gündeme alınmalı, çevresel konularla ilgili vergiler de yine çevre ile ilgili konulara harcanmalıdır. Türkiye sahip olduğu çok büyük kapasitedeki yenilenebilir enerji potansiyeline ve var olan bina ve sanayi tesislerinde yapılabilecek önemli enerji verimliliği fırsatlarına yönelik olarak ivedi çalışmalar yapmalı ve kullanıma sunmalıdır.
Bu konularla ilgili olarak düşük karbonlu, olası ise karbonsuz ve enerji verimli bir geleceğe yatırım yapılarak hem yerel kaynaklarımız kullanılabilir hem de enerji arz güvenliği sağlanarak, iç ve dış ticaretimiz daha dengeli bir hale getirilirken, yeni ekonomik faaliyet alanları yaratılarak istihdamda da artış sağlanabilir. Tüm bunlar gerçekleştirilebilirse yaşam çevre kalitemizin iyileştirilmesinde de önemli katkılar sağlanabilecektir.