
“Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü”nün Sahibi Prof. Dr. Figen Kadırgan Oldu![]()
Elginkan Vakfı tarafından, teknoloji ve bilim insanlarının yaptıkları araştırmaları ortaya çıkarmak ve teşvik etmek, bilim ve kültür dünyasına yapmış oldukları hizmetleri takdir etmek amacı ile bu yıl 6’ncısı düzenlenen “Türk Kültürü Araştırma ve Teknoloji” ödülleri, 23 Aralık 2011 tarihinde Maltepe Belediyesi Kültür Merkezi’nde sahiplerini buldu.
Elginkan Vakfı Teknoloji Ödülü’nü “Güneş Enerjisini Yüksek Verimle Isıya Dönüştüren Nanokaplamaları Sürekli bir Yöntemle Rulodan Ruloya Sararak Prototip Üretim” isimli projesiyle Prof. Dr. Figen Kadırgan aldı. Figen Kadırgan ile projenin doğuş hikayesini ve teknik detaylarını konuştuk.
![]()
“Cari açığın en büyük payını enerji oluşturuyor”
Ülkemizin cari açık oranı çok yüksek. Bu açığın en büyük payı da enerjiden geliyor. Enerjinin güvenilir şekilde temini son derece önemli bir konu ve bu da doğal kaynaklardan olacaktır. Türkiye’nin kendi petrolü, doğalgazı olmadığına göre doğal kaynaklarını maksimum kullanmak durumunda. Bu durumda iklim değişikliğine de olumlu yönde katkı yapılacaktır. Tabii ki bu kullanımın da bir fizibilitesi olması gerekiyor. Çok pahalı olmaması,yüksek verimli yöntemlerin kullanılması cari açığı olumlu yönde etkileyeceği gibi emisyonda azalma sağlanacaktır. Ülkemizde maalesef elektrik enerjisi çok tartışılmakla birlikte ısı enerjisinin kaynağından eldesinden kazandıracağı enerji verimi göz ardı edilmekte, teşviklerde hep elektrik göz önüne alınmaktadır. Oysa ısı eldesi için de ya elektrik yada fosil yakıt doğrudan kullanılmakta ve bunun parası ödenmektedir. Örneğin binaların enerji harcamalarının %60’ı ısı enerjisidir. Binaların harcadığı enerjinin de diğer harcamalar içindeki oranı %40dır. Ayrıca ısıyı doğrudan güneşten elde ederken %90 oranında verimliliğe ulaşılabilirken güneşten elektrik eldesinin verimliliği %18’i geçememektedir. O zaman ısıya teşvik neden verilmiyor diye bir soru üzerinde tartışmak lazım. Bu teşvikler Almanya ve Avusturya gibi kuzey ülkelerinde verilmektedir. İspanya’da Madrid Bildirgesi’ne göre yeni yapılan bütün binalarda güneş kolektörü kullanımı zorunlu hale geldi. Ayrıca EU27 ülkelerinin tümünde bu kararlar yaygınlaşmaktadır.
“Teknolojimizi geliştirmek için devlet desteğine ihtiyacımız var”
Binaların Enerji Performansı (BEP) Yönetmeliği çıkıyor. Bununla birlikte binalara A, B, C sınıfı etiketleri verilecek, her binaya enerji yöneticisi atanacak. Tüm bu masraflar niye yapılıyor? Çünkü bütün dünyada karbondioksit salınımının getireceği bir vergilendirme sistemine doğru bir gidiş var. Dolayısıyla salınım da son derece önemli kazanıyor. Bu aşamada en ideali binayı yaparken, pasif enerjiden de yararlanacak şekilde mimari açıdan organize olmak, ondan sonra yenilenebilir enerji kaynakları ile buna destek olmak ve elektrik-doğalgazı kullanmak en ideali.
“Orta ve düşük ısı kullanan proseslerin belirlenmesi gerekiyor”
![]()
Avrupa’daki krizin devam etmesi nedeniyle devam ediyor ancak sadece binalar için değil, güneş ısısı, endüstriyel prosesler için de özellikle Avusturya ve Almanya’da kullanılmaya başlandı. Endüstriyel proseste güneş ısısının kullanımı konusunda Türkiye’de yapılanları anlatmam için bir toplantıya davet ettiler. Şöyle bir inceledim, Türkiye’de böyle bir uygulama hiç yok ama potansiyel çok büyük. Bütün şehirlerin, endüstri bölgelerinin, organize sanayi bölgelerinin enerji haritalarını çıkarmak lazım. Dolayısıyla orta ve düşük ısı kullanan proseslerin belirlenmesi gerekiyor. Daha sonra konumlarına göre orada güneş enerjisi kullanılabilir mi, bunların fizibilitesi nedir hesapları yapılmalı. İstanbul Kalkınma Ajansı’ndan para almak üzere bu konuda İstanbul Ticaret Odası’na bir proje verdik. Proje verdiğimiz gibi reddedildi. Belki de Elginkan Vakfı’na gelmemiz gerekiyordu.
“Sürdürebilirlik konusunda proje hazırlamamı istediler”
Her ilin bir kalkınma ajansı var. İstanbul Kalkınma Ajansı’nın bu seneki konusu; yenilenebilir enerjinin İstanbul’da uygulanması, sürdürülebilir bir kent, sürdürülebilir bir çevre, sürdürülebilir endüstri. Kaç kez konuştum, “Aman hocam bir proje getirin” dediler. Ama böyle bir projenin sahibi bir şirket olamıyor. Şirket olursa cebinden para koymak zorunda. Buna bir vakfın sahiplenmesi gerekiyor,bu durumda İstanbul Kalkınma Ajansı harcamaların yüzde 95’ini veriyor. Ajans, yapılan harcamaları hibe olarak veriyor. Belki 2012’de yeni bir proje açılır. O zaman ya bir vakıfla ya da bir sanayi odasıyla gitmek lazım. Böyle bir projenin bütün Türkiye’de gerçekleşmesi lazım. Sadece İstanbul değil, İzmir’de, Ankara’da, Kayseri’de, Konya’da uygulanması gerekir. Hepsinde etüt yapılması lazım. Bu etüt ile enerji harcamaları belirlendikten sonra, güneş enerjisiyle verimli hale getirmek için çalışılma yapılabilir. Böyle bir proje, yepyeni şirketlerin doğmasına ve yeni istihdamlar yaratılmasına olanak sağlayacaktır. Tabi bizim için de ürettiğimiz ürün açısından bir pazar anlamına geliyor.
“Firmamı üniversitenin desteğiyle kurdum”
Selektif Teknoloji Sanayi Tic. Ltd. Şti’yi, üniversitenin yönetim kurulunun, Arı Teknokent’in, İTÜ KOSGEB’in ve TÜBİTAK-TEYDEB’in desteğiyle kurdum. Borç ve kredi aldık, teminat verdik, böylece projeye başladık. İki yıl önce başladığımız projenin amacı; hem yüksek verimli absorbent-soğurucu yüzeyleri geliştirmek hem de bunu yeni bir prosesle yapmak. Çünkü bu yaptığımız yüzeyler kolektör üreticilerine satılacak yüzeylerdir. Kolektör üreticisi bunu alıp, kolektör haline getirmek için arkasına su borularını monte ediyor. Ondan sonra düz kolektörler ya da boru şeklindeki kolektörler haline getiriyor. İzolan malzemeler, cam içeren bir kasanın içine konuyor. Türkiye’deki üreticiler, bunların satışı sırasında yüzeyleri yurt dışından alıyorlar. Ülkemizde otellerde özellikle yüksek verimli yüzeyler kullanılıyor. Kollektör üreticileri ile konuştuğumuzda yurt dışından seçici yüzey alırken, istedikleri metrekareyi yazdıklarını ve bir fiyat çıkardıklarını söylüyorlar. Verdikleri fiyatın neredeyse yüzde 40 daha pahalısını ödemek zorunda kaldıklarını ilettiler. Neden diye sorduğumuzda, “Üreticiler, sizin istediğiniz boyutlara uydurabilmek için kesiyoruz, biçiyoruz, firesi oluyor” diyorlar. Tabii yol parası ve gümrük ilavesi de var. Bu nedenle sadece yurt içinde üretim değil, mümkün olduğunca esnek, her çeşit boyuta uyabilecek bir malzeme üretmemiz gerektiği sonucunu çıkarttık.
“Deneysel çalışmada zorlandık ama başardık”
Bu malzemenin ulaşımının da kolay olması gerekiyor. Gerek yurt içine, gerek yurt dışına rulo halinde satmak çok karlı bir iş. Vakum teknolojisi ile üretilenler genellikle rulo halinde satılıyor. Dolayısıyla rulodan ruloya bir proses geliştirelim dedik. Benzeri proseslerin örnekleri dünyada var. Türkiye’de nano kaplama ve seçici yüzey olması açısından bir ilk. Ayrıca konum açısından ilk olarak biz ruloyu dik pozisyonda çektik. Dünyada bazı uygulamalarda yatay çekiliyor, o açıdan da proses ilginç oldu. Tabi bu kaplamaları yaparken, yüzeylerin homojen kaplanması gerekiyor. Bu homojenitenin sağlanması lazım, sürekli hareket eden bir bakır şerit, levha, sürekli hareket eden elektrolit var. Elektrokimyasal kaplama kimyasal işlemler, soljel işlemi, hatta termal işlemler hepsi bir arada. Bütün bunları bir arada kullanacak bir düzenek geliştirmemiz gerekiyordu. Önce çizdirdik, tasarım yapıldı. Yerimiz 12 metreydi. Klasik elektrokimyasal proses kuran bir mühendislik şirketine telif hakları anlaşması ile aklımızdaki yöntemi çizdirdik ve hizmet aldık. Tabi onlar için de ilk olduğundan, proseste kullanılacağımız tüm malzemeleri her devreye aldığımızda ayrı bir problem yaşadık. Her şey hatalı çıkıyordu, yaptıkça hataları görüyorsunuz. Zaten deneysel çalışmanın zorluğu burada. Yap, gör, boz. Tekrar yap, tekrar düzelt. Çok zorluklar yaşadık. Aslında insanoğlu kafasına koyarsa yapabiliyor. Şu anda seri üretim yapabilecek duruma geldik. Ayrıca İTÜ KOSGEB’in alt yapısı laboratuar çalışmaları için zayıftı. Orada daha çok yazılım şirketleri var. Çok zorluk çektik, sinirlendik, üzüldük, arkadaşlarla tartıştık ama sonunda doğru noktaları bulduk. Sonunda hem süreç hem ürün geliştirmiş olduk. Biz, hem laboratuar kurduk hem proses geliştirdik.
“Ürünümüzün patenti için başvuruda bulunduk”
Ürünümüzün patenti için başvuruda bulunduk. 2012’nin Mayıs’ında yayınlanacak. Bu uluslar arası bir patent, sonra ülkelere getirilecek. Bunların hepsi para anlamına geliyor. KOSGEB ve TÜBİTAK destekleri de öyle. Önce harcıyorsunuz, denetime geliniyor ve banka üzerinden para hareketlerini görüyorlar, ondan sonra KDV hariç yüzde 75’i geri geliyor (o da 2-3 ay sonra geliyor). Dolayısıyla finans açısından paranın organizasyonunu yapmak gerekiyor. Bu konuda da oğlum yardımcı oldu. Yuvarlana yuvarlana bugünlere geldik.
Alacağım ödül ile ilgili başvuru sürecinden bahsetmek gerekirse; Elginkan Vakfı’nın teknik üniversitede yapmış olduğu duyuruyu değerlendirdim ve başvuru dosyamı Vakfa götürdüm. İlhan Üttü Bey kurallara göre Arı Teknokent ya da KOSGEB’in beni aday göstermesi gerektiğini belirtti. Kendim de aday olabileceğimi yalnız dosyanın biraz daha zayıf kalabileceğini söyledi. Bunun üzerine Arı Teknokent’le görüştüm ve dosyamı yolladım. Çok olumlu yaklaştılar. Zaten Teknokent’lerin amacı; bu tarz projelerin geliştirilmesi. Böylece dosya Arı Teknokent kanalıyla Elginkan Vakfına gitti. Sonra vakıftan teknoloji ödülünü kazandığımı bildirdiler. Çocuğunuz olmuş gibi mutlu oluyorsunuz.
Bu konudaki ilk ürünümüz de Fentek’te üretilen Solartek’ticari kollektörleriydi. Bir NATO projesinin desteği olan çalışmamıza 1998’de TÜBİTAK-MAM’da başladık. Konusu; güneş kolektörleri yüzeyi için alüminyum üzerine bir kaplamaydı. Orada geliştirdiğimiz ürünün daha yüksek ısı yayma özelliği yani yüksek emisyon oranı vardı. Aslında güneş enerjisi üzerine ilk çalışmamıza orada başladım.
“Alüminyum ve güneş konusunda beni yüreklendirdiler”
Solartek projesi ile ilgili daha ayrıntılı bilgi vermek gerekirse; alüminyum ekstrüzyonla çekilmiş levhalarla, altından boru geçen bir kanatlı profili alıp, 12 tanesini yan yana getirip kesikli daldırma yöntemi ve farklı bir teknolojiyle, batırıp çıkararak üretiliyor. Bu yüzeylerin geliştirilmesi Marmara Araştırma Enstitüsünde aynı konuda 2.inci kez alınan bir NATO projesi kapsamında olmuştur. Bu projenin ilki başarısız kalmıştı. 2.inci Nato Projesini Prof. Dr. Engin Türe yönetiyordu. Beni çağırdı ve selektif yüzey hazırlama iş paketinin sorumlusu olarak danışmanlık önerdi. Alüminyum ve güneş üzerine daha önce hiç çalışmamıştım. Esas konum, yakıt hücreleridir ve bu konuda Fransa’da doktora yaptım. Bunun çok farklı bir konu olduğunu söyledim, ancak sonuçta çalışmanın elektrokimya alanında bilgi birikimine dayalı olduğu konusunda beni yüreklendirdiler ve güneş enerjisi konusu benim de ilgimi çekti. Bu sırada tesadüfen karşılaştığımız ABD’deki arkadaşımız Bülent Başol’un benim bu konuya girmem gerektiği konusundaki söylemi de etkili oldu. O da güneş pilleri üzerine çalışıyor. Güneş konusunun Türkiye’de çok anlamlı olduğunu ve bu projede mutlaka bulunmam gerektiğini belirtti. Sadece güneş ısısı değil güneş pilleri konusundaki ar-ge çalışmalarımız da böylece başlamış oldu. Ancak bu konudaki çalışmalarımız henüz uygulama aşamasında değil.
“Türkiye’nin kriz yaşadığı bir dönemde radyatörden çok kolektör satıldığını düşünüyorum”
Ülkemizde güneş konusunda dosdoğru bir teknoloji yok. Orada çok güzel bir çalışma yaptık. Patent alındı fakat NATO tarafından bir firmanın üretme zorunluluğu vardı. NATO da, bu işi yapmış olmamıza şaşırdı. Tesadüf olup olmadığını sordular, biz de çalışıp geliştirdiğimizi söyledik. İsveç’e Upsala Üniversitesi’ne gidip, kalite kontrol yöntemlerini öğrendik. Sonra Fentek’te bir danışmanlık sürecim oldu. O süreç içinde Fentek, üretime geçti. Bayağı da başarılı oldu. Türkiye’nin tam da kriz yaşadığı bir dönemde radyatörden çok kolektör satıldığını düşünüyorum.
Güneş kolektörlerinin her yerde yaygın olarak kullanılması beni çok mutlu etmişti. Aklımda hep bu olayı daha da geliştirmek var. Bir kez öğreniyorsunuz ve birikimlerinizi daha ileri götürmek istiyorsunuz. Ve sonunda şimdiki teknolojiyi geliştirdik. Bu, son derece fizibl bir teknolojidir. 30 cm. eninde bakır bir şerit belli bir hızla açılıyor ve çeşitli banyoların içinden geçerek, kimyasalı elektrokimyasal, sojel teknikler ve termal işlemlerle kaplanıp (nano kaplama), tekrar sarılıp rulo haline geliyor.
Ürün, seçici yüzey yani kolektörlerin soğurucu yüzeyleridir. Temel bilim açısından teorisine baktığımızda güneş ışığı ile ısı arasındaki bağıntı şöyledir: Işık, ısıyı belli bir dalga boyu aralığında maksimum verir. Isınan cisimlerin ısı yaydığı dalga boyu ise daha farklıdır, infrared bölgesindedir. Dolayısıyla yüzey optik bir oyun gibidir. Isıyı, UV Visible bölgesinde soğuruyor. Isı yayılan bölgede siyah cisim ısıyı yaymıyor, içeri çeviriyor. Dolayısıyla 95 absorpsyon 5 ile 7 arasında emisyona sahip yüksek verimde yüzeylerdir.
“Isıyı en iyi ileten bakır olduğundan onunla başladık”
Fentek için yaptığımız üründe bu oranlar şöyleydi: Absorpsyon 85 ila 88, bazen de 90 oluyordu. Emisyonsa ise daha yüksekti, 18 ila 25 arasında değişiyordu. Tabi bu kesikli bir yöntem. Üretim yöntemi tümüyle farklı. Çünkü ekstrüzyonla çekilmiş profiller üzerine kaplama yapılıyor. Oysa yeni geliştirdiğimiz yöntem kesikli değil sürekli, 0,1 veya 0,2mm bakır şerit üzerine kaplama yapılıyor. Tümüyle farklı bir kaplama yöntemi. Aslında aynı teknik alüminyum, çelik ya da sac yüzeylere de olabilir. Isıyı en iyi ileten bakır olduğundan onunla başladık. Alüminyum daha ucuz. Ardından sac yüzeyler geliyor. Münih’de güneş teknolojileri fuarına katıldım. Sac yüzeyler üzerine kaplama yapıyorlar. Kesikli yöntemle yapan bir firma var, bizim prosesle ilgilendi. Tabi sac olunca antikorozif bir ısı iletken malzeme kullanmak gerekiyor. Hem korozyon (antikorozif ısı iletimi) üzerine hem de nano akışkanlar üzerine (ısıyı daha yüksek verimle taşımak) birçok çalışmamız var. Isıyı suyla taşıyorsunuz ama sudan daha yüksek bir ısı taşıyan malzemeler de var. Dünyada da bunlar yeni yeni geliştiriliyor. Hedefimiz; bir metre eninde, dakikada bir metre hızda çekilen yüzeyler, milyon metrekareye yaklaşık bir üretim. Bu arada insanların alımını artırmak için yurtdışından ucuza üretim hedefliyoruz. Hepsinin fizibilitesini yaptık. Yurt dışından ucuza mal ediyoruz. Daha yeni olduğundan şu anda satışı yok. Önce kolektör üreticilerine soğurucu yüzey satacağız.
“Avusturya’da biokütle kullanımı çok yaygın çünkü temiz enerji kaynaklarına önem veriyorlar”
Türkiye’de aslında vakum tüp yok, Çin’den geliyor, düz kolektörler var. Düz güneş kolektörleri, doğrudan ısı elde etmek için düşük ve orta ısı kullanan sanayi kollarında kullanılabilir. Bu yöntemin bir örneğini beton sanayinde izledik bir Avusturya kongresi sonrasında yapılan teknik gezide. Avusturya’da 50 derecede beton kurutuyorlar. Bunu yazın yüzde 100 güneşle, kışın da hibrit, biokütle ve güneşle karşılıyorlar. Avusturya’da biokütle kullanımı çok yaygın. Çünkü Avusturya, temiz enerji kaynaklarına çok önem veren bir ülke ve bu konuda fevkalade teknoloji geliştirmişler. Hayvanları bile kışın güneş kolektörleriyle ısıtıyorlar. Çünkü ısıtma tekniğinin hava sıcaklığıyla bir ilgisi yok. Örneğin Erzurum, Bolu, Ankara gibi soğuk yerler son derece uygun güneş ısısından yararlanmak için. Çünkü soğuk olabilir ama güneşli bir hava var. Isı eldesi için yeter ki ışık olsun.
Tekstil sanayi Türkiye’de çok yaygın. Ayrıca araba parçalarının yıkanması, gıda kurutma da ülkemizde son derece önem taşıyor. Özellikle Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu’da halk gıda ürünlerini güneşe sererek doğal olarak kurutuyor. Ancak, doğal kurutma süreci uzun olduğundan aflatoksin denilen ve kanserojen taşıyan bakteriler türüyor. Bir ara hatırlarsınız, kırmızı biberde sorunlar oldu, yurt dışına ihraç edemediler. Bu gıda kurutmanın da güneşle yapılması mümkün. Gıda, tekstil, makine, kaplama sanayinde kullanılabiliyor.
Bunun durum gerçekleştiğinde ne kadar tasarruf sağlayacağımıza yönelik bir çalışma yapmak istedim, tabi bu çok kapsamlı bir çalışma olacaktı. Türkiye’nin büyük bir kapasitesi var ve enerjide cari açığımız çok büyük. Bu cari açığın büyük bir kısmı enerjiden kaynaklanıyor. Dolayısıyla bunların veri datalarının çıkartılması lazım. Türkiye’de biraz yaptık. Avusturya’daki kongre için benden Türkiyenin potansiyelini çıkarmamı istediler. Orta ve düşük ısı toplamını Türkiye genelinde 7,5 GW buldum. Ama belki il il daha ayrıntılı yapılması lazım. Onun için bu hesabın kalkınma ajansında yapılması gerekiyor. Üç aşağı beş yukarı bütün ülkelerde bu ortalama çıkartılabiliyor. Binaların enerjisinin yüzde 60’ı ısıya giden harcama, endüstriyel proseslerde de öyle. Bu ısıyı doğrudan güneşten kullanmak çok fizibl. Zaten kışın eneji kullanımının hibrit olması gerekiyor.
“Türkiye’de yeni binaların çatıları artık 45 derece”
Belli bir enerji için belli bir yüzey kullanma ihtiyacı var, bu ürünü kullandığımızda metrekare başına 700 W ısı elde edebileceğiz. Yeni çıkan kanuna göre çatıların 45 derece eğimli olması gerekiyor. Türkiye’de yeni binaların çatıları artık 45 derece. Bunun açı sebebi güneş enerjisini alabilmesi için. Yeni binalarda teras olursa daha estetikten uzak, taşıyıcı destekler koymak lazım.
“Enerjide ‘5 E’ önemli”
Öğrencilere, enerjide 5 E’nin çok önemli olduğunu söylüyorum. Bunlar; enerji, ekonomi, ekoloji, etik ve estetik. Yani şöyle bakınca çatılarda çirkin görüntüler, rengarenk bidonlar var, böyle olmaması gerekiyor. Ucuz olduğu için bunu halkımız tercih ediyor ancak kollektörün estetik bir şekilde ve çatı penceresi görünümünde çatıya yerleştirilmesi, sıcak suyun ise alt katta bir boylerde toplanması lazım. Boylerin de hibrit ısı sistemine sahip olması gerekir böylece kışın da güneş enerjisinden elde edilen ısıdan yararlanacak şekilde kollektör kullanılması gerekiyor. Özellikle villa tipi evler için böyle yerleşimler çok yararlı olacaktır.
Onun dışında bu projede, Marmara Üniversitesi’nde eşimin çalıştığı bölümle ortaklaşa bir yaşam döngüsü hesabı yaptık. Bu Türkiye’de hiç yapılmayan bir çalışma. Buna Life Cycle Assessment deniyor. Avrupa’da piyasaya bir ürün sunduğunuzda bunun yaşam döngüsünün de yapılması gerekiyor. Yaşam döngüsü nedir? O ürününü beşikten mezara kadar kullandığı her çeşit malzemenin harcadığı enerjinin, yaptığı karbondioksit salınımının hesaplanması ve çevreye verdiği zararın ortaya çıkması. Tabi yenilenebilir enerji temiz bir enerji, emisyon yapmıyor ama her şeyin üretiminde çevreye verilen bir kirlilik söz konusudur. Bu kirliliğin açık olarak hesaplanması, üretimden önce yapılması, üretim stratejilerini belirlemek açısından son derece önemlidir. Biz bu hesapları yaptık. Enerji geri dönüşüm süresini hesapladık. Bunu yaparken polipropilen banyo kullanıyoruz. Polipropilenin harcadığı enerjiyi, simülasyon programlarında hesaplıyoruz. Burada ulaşım bile hesaba katılıyor. Enerji geri dönüşüm süresini 3.8 gün/m² olarak hesapladık. Yani yüzey 3.8 gün içinde kazandığı enerjiyle bütün bu üretimde harcadığı enerjiyi geri kazanıyor. Çünkü bizim prosesimiz az enerji tüketen bir proses. Aynı enerjiyi kömürden alırsak ne kadar, doğalgazdan alırsak ne kadar oluyor diye ayırmak gerekiyor. Aynı zamanda karbondioksit salınımını hesaplayıp karşılaştırınca prosesin avantajı ortaya çıkıyor.
“Ürünümüzün ömrü 25 yıl”
Ayrıca karbondioksit geri kazanma süreci de düşük çıktı. Bu da bizim için güzel bir sonuç. Onun dışında proseste en çok enerji harcayan şey bakır. Çünkü biz bakır şeritler üzerine kaplama yapıyoruz. Bakırın madenden çıkıp, şerit haline getirilmesi, preslenmesi vs. çok enerji harcayan yöntemler, onları da hesapladık. Dolayısıyla yapılması gereken şey; diyelim ki çatınızda 20-25 yıl bu kolektörü tuttunuz, ve sonunda atacaksınız ve bunların geri toplanması lazım. Çünkü aslında çatınızda tuttuğunuz altın gibi bir şey. Metallerin de borsası var. Sonuçta bu bakırın yüzeyi ince bir kaplama. O kaplama sıyrılabiliyor, temizlenebiliyor ve geri kazanılabiliyor. Bunları da hesapladık. Bir de bu ürünümüzün 25 yıl ömrü olduğunu sertifiye ettirdik. Biz üniversite hocasıyız, ben kendimi sertifiye etmek istemedim. İsviçre’de Rapperswill Güneş Enstitüsü’ne örnekler yolladık. Onlar termal dayanıklılık testleri yaptılar. 509 saat 280 derecede tuttular ve yüzeylerin optik özelliklerini yani soğurma ve emisyon katsayılarının değişmesinin standart sapmasının binde birden az olduğunu gördüler ve bana bir sertifika verdiler. Kaliteyi de böylece kanıtlamış olduk. Ayrıca kaplamanın yapışma testi ISO standartlarına göre kontrol edilmiş ve yapışmanın çok iyi olduğu kanıtlanmıştır.
“Teknoloji dalında ödüle layık görülmek mutluluk verici”
![]()
Elginkan Vakfı üç ana amaç üzerine kurulmuştur. Birincisi Türk kültürünü, Türk dilini, Türk örf ve adetlerini, manevi değerlerimizi araştırmak, araştırmaları desteklemek ve tanıtmak; ikincisi bilim ve teknoloji alanındaki faaliyetlere destek olmak; üçüncüsü de ülkenin vasıflı iş gücü istihdamını artırmak için mesleki okullar kurmak ve işletmektir. Bunların birinci ve ikincisini gerçekleştirme yolundaki adımlarımızdan biri de “Türk Kültürünü Araştırma ve Teknoloji Ödülleri” yarışması idi. Bu yarışma Nisan ayında başlatılıyor ve Türkiye’nin çok seçkin kurumlarından aday talebinde bulunuluyor. Onlar da 31 Ağustos akşamına kadar bu adayları çalışmalarıyla birlikte bizlere bildiriyorlar. Çok üstün nitelikli profesörlerden oluşan jürimizde iki ay boyunca bu çalışmaları inceliyor ve iki toplantı sonucunda bu çalışmaların birincisini veya birincilerini belirliyorlar. Bu sene de bunu harfiyen yerine getirdik. “Teknoloji” dalında Prof. Dr. Figen Kadırgan’ı “Türk Kültürü” dalında da Ali Akyıldız, İsmail Erünsal, Yücel Feyzioğlu ve Nevzat Köseoğlu’nu bu ödüle layık gördüler.
“İnovasyonda dünyanın 69. ülkesiyiz”
Bu yarışmalara 2006’dan bu yana devam ediyoruz. Bunun dışında, dört üniversitedeki teknoloji yarışmalarının ana sponsoru olmak gibi teknoloji konusunda da çalışmalarımız var. Geçtiğimiz günlerde yapılan KALDER Kongresi’nde çarpıcı bir çok rakam verildi. Türkiye’nin dünyada 17. en büyük ekonomi olduğunu herkes söylüyor o tamam ama inovasyonda da 69.’ymuşuz. Bu ikisi arasında hiçbir ülkede olmayan korkunç bir uçurum var. Yani demek ki bu 17’nin altı boş. Çünkü inovasyon birden bire olacak bir şey değil. O yüzden bu rakam bana çok ilginç geldi. 69 birden bire aşağıya çekilmiyor.
Yine şaşırdığım bir rakamı sizlerle paylaşmak istiyorum. Dünyanın en iyi 500 üniversitesinden ikisi Singapur’daymış. Bu, 10’da 2’si anlamına geliyor ve bunu son 10 senede Ar-Ge yatırımlarıyla başarmışlar. Biz teknolojide kötü müyüz? Hayır değiliz ama 69, 17 çok çarpıcı rakamlar. Bizim Ar-Ge harcamalarımız Türkiye’nin yüzde 0,3’müş. Bu ancak 2’ye çıkarsa gelişmiş ülkelere yaklaşabilecekmişiz. Son olarak ödül töreni için seçilen salon bir üniversite anfisi şeklinde değil, çok samimi bir komplekstir. Sohbet edelim istiyoruz. Buradan ödül alan herkesi (haddim olmayarak) kutluyorum.
İlginizi çekebilir... İklimlendirme Sektöründe Karbon Ayak İzinin Azaltılması: Zorunluluk mu, Fırsat mı?İklim krizinin etkileri artık sadece haberlerde gördüğümüz manşetler değil, işimizin bizzat içinde hissettiğimiz gerçekler haline geldi. Kentlerde aşı... 2025 Neden Her Binada Akıllı HVAC Entegrasyonu İçin Dönüm Noktasıdır?Enerji tasarrufundan daha sağlıklı havaya ve öngörücü bakıma kadar akıllı HVAC sistemleri artık isteğe bağlı değil; 2025 yılında bina performansı, uyu... Leed Enhanced Commissioning Çalışmaları Üzerine Kısa Bir DeğerlendirmeBinaların ömrü boyunca dayanıklı, enerji verimli ve konforlu olabilmeleri için mutlaka multi disipliner biçimde olan kalite kontrolleri ile inşa edilm... |
||||
©2025 B2B Medya - Teknik Sektör Yayıncılığı A.Ş. | Sektörel Yayıncılar Derneği üyesidir. | Çerez Bilgisi ve Gizlilik Politikamız için lütfen tıklayınız.