Tesisat Dergisi 201. Sayı (Eylül 2012)

GÜNCEL 126 Tesisat Dergisi Sayı 201 - Eylül 2012 yararlanmada fırsat eşitliğinin oluşturulması, yerel düzeyde ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın gerçekleştirilmesi gerekir. Dinamik İnsan Ömrü, Statik Mekan Şehirlerde mekan tasarımlarını yürünebilir mesafede, insani ölçekte yaptığımız zaman dinamik insan-statik mekan algılayışını sağla- yabiliriz. Tabi başlık olarak bunun altında erişi- lebilirlik, ulaşılabilirlik var. Bildiğimiz gibi insan ömrü ve yaşamı dinamik, kullandığı mekanlar statiktir. İnsan ömrü sürekli değişik evrelerden geçiyor. Çocukluk evresi, orta yaş, yaşlılık, özürlülük ve herkes bunlarla karşılaşabilir. Çocuk, yaşlı ve özürlüleri hesaba katan, bun- ları öncelikleyen, bunlara göre şehri ölçekleyen bir şehir anlayışını, insani ilişkiler anlayışını kurgulamamız lazım. Bunun için Türkiye’de bir mekan ya da alan sorunu yok. Bence bir akıl tutulması var. Tabloda dünyadaki şehir yoğunluklarını, ülke yoğunluklarını görebilir- siniz. Hakikaten bu duruma şaşıracaksınız. Yani çok ilginç tablolar çıkıyor. Türkiye’de bu yaşlanmaya, özürlülüğe bağlı olarak bir takım istatistiksel bilgiler vermek istiyorum; çünkü bunları görmemiz, bilmemiz gerek. Bazen hep sağlıklı insanlarla ve iş ortamında olduğumuz için çevremizdeki değişimi ve dönüşümü fark edemiyoruz. Türkiye’de bugün 2 milyonun üzerinde özürlü vatandaşımız var. Bunların bir kısmı fiziksel engelli, bir kısmı görme engelli, bir kısmı da zihinsel engelli; ama herkes buna aday. Özürlüler Derneği’nin güzel bir sözü var; “Her sağlıklı insan bir özürlü adayıdır”. Dola- yısıyla her an bununla karşılaşacağımızı düşü- nerek şehir ve mekânı buna göre tasarlama- mız gerekiyor. İnsan Ölçekli Şehir: Çocuklar ve üzerine olacak. Yani biz insanlar olarak anla- ma, merak, keşif duyguları içersinde şehri ya- şamamız gerekiyor. Eğer bundan kaçıp koruma merkezli bir şehirleşme yaparsak, orada ne bilimsel bir heyecan, ne sanatsal bir zevk, ne fikri bir arayış, hiçbir şey olmaz. Dolayısıyla bu şehirleşmeyle beraber insanlarımızın üretken- liğini de kısıtlamış oluyoruz. Bunu kısıtlayıcı bir engel olarak görmemiz lazım. Mekânın Yeniden Üretilmesi Türkiye’de yerleşim ve mekân üretimi için bir alan sorunu yok. Ötekileştirme ve parçalanmış mekân; sürdürülebilir bir şehrin veya herkes için bir şehrin önünde bir engel. Özellikle si- teler belki bizim için çok anlamlı gelebilir ama siteler uçları kapalı bir şato gibi, bir kale gibi yapılıyorsa, korunaklı duvarlarla çevriliyorsa, onu diğer yaşam alanlarından izole ediyorsa; orada belli bir anlayıştan, belli bir kültürde, belli bir gelir seviyesinden insanlar yaşıyorsa artık şehir kendi içinde parçalanıyor demektir. Dolayısıyla parçalanan şehir ve mekânda in- sanlar yine bahsettiğim gibi koruma merkezli, ben merkezli, güvenlik merkezli bir mekâna kendini hapsediyor. Bu arada kendini alışveriş ve eğlence merkezli bir alana sıkıştırıyor. Koruma Merkezli Şehirden Anlam Merkezli Şehre Koruma merkezli şehirden anlam, merak ve keşif merkezli şehirlere yürümemiz gerekiyor. Şehirleri de o ölçeklerde tasarlamamız lazım. Tabi tüm bunlara bağlı olarak suç oranların- daki artış ve bu yeni yapılan şehirleşmeyle bir- likte gelir adaletindeki bozulma ortaya çıkıyor. Belki bildiğiniz gibi konut maliyet fiyatları uzun süredir hiç artmıyor, işçilik ücretleri, beton, fayans musluk fiyatları artmıyor; ama konuta sahip olma maliyetleri artıyor. Neden artıyor? Bu kimin işine yarıyor? Bu gelir adaletini bozan bir unsur olarak çalışıyor ve bugün, bu aşa- mada, herkes bankalara borçlanmış durumda. Önceden insanlar bir konut aldıkları zaman bunu insani ölçeklerde yapabiliyorlardı. İnsani ilişkilerini yürütebiliyorlardı. Küçük birikimle- riyle, arkadaşlarından alacakları parayla, kıs- men de borçlanarak bunu yapabiliyordu; ama bu şehirdeki mekânsal fiyat artışları, mekânın metalaştırılmasından kaynaklanan bir şey, konuta erişilemez bir hale gelmiştir. Bugün in- sanlar bir konutu 200–300 bin liraya alıyorlar; bu en az rakamlardandır. Yeni yapılan bir konut için insanlar 15 sene borçlanınca, onlardan Yaşlılar Şehirleri inşa ederken insani ölçeklerde, kom- şudan haberi olan, onu önceleyen, onunla pay- laşan bir tasarım ve büyüklükte inşa etmemiz lazım. Burada dediğim gibi iki tane ölçek çok önemli; birisi çocukluk, birisi de yaşlılık döne- mimiz. Hayatımızın iki uç evresi bizim için çok önemli. Bir de arada yaşadığımız yanılgı halimiz var. Bir güçlülük, kuvvetlilik dönemi, bir vehim hâli… Bu çok sürmüyor, kısa sürüyor ve bir şekilde bu yaşlılık dönemine geçiyor. Dolayısıy- la bizler eğer akıllı insanlarsak, aynı zamanda erdemlere sahipsek, aynı zamanda bilgiyle do- nanmışsak yapacağımız tek şey; bu hayatın iki ucunu kapsayacak, onları düşünerek şehri tek- rar inşa etmek, şehri insan için yapmak. Bir çocuğun evinden okuluna giderken kesin- likle yürüyerek gidebilmesi lazım. Şehirlerin de bu şekilde tasarlanması gerek. Eğer bir çocuk evinden okuluna yürüyerek gidemiyor- sa, servise binerek gidiyorsa o şehre şehir demek mümkün değildir veya o şehirde insani ölçekler kaybolmuş demektir. Çünkü insan far- kındalığını yok ediyorsun. Onu bir servise, bir fanusa sokuyorsun. Eğer binaları yükseltirsek burada doğan ve büyüyen çocuk için vahim bir durum ortaya çıkıyor. 20–30 katlı bir binada yaşayan bir anne baba çocuğunu nasıl okula gönderecek? Hangi güzergâhı kullanacak, nasıl geri gelecek, hangi çevresini fark etme, hangi sosyal ve kültürel çevresiyle etkileşime geçme, oradan insani keyifleri ve mutlulukları üretme, onun insani yönünü geliştirme imkânına sahip olacak? Yaptığımız okullar o kadar büyük ki çocuklar altı yaşında hatta şimdi beş yaşın- da okula başlayacak ama okullar 4-5 katlı. Çocuğun o okulda tüm eylemi kendini koruma

RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=