GÖRÜNÜM liste 360 milletvekilini yüzde 25 oyla seçmişiz. Halkın yüzde 50'den fazlasının oyu havaya gitmiş. Türkiye nüfusunun yarısı kadın. Mecliste ise üç-beş tane kadın var. Dolayısıyla kadın da temsil edilmiyor. Böyle bir sistem demokrasi değildir. Ama dünyada daha kötüsü de var. Demokrasi varmış gibi gözüküyor, ama iş karar vermeye geldiği zaman olmuyor. Cahil olan halkın seçtiği insanlar da cahil oluyor. Bu insanlar çağdaş dünyanın gerektirdiği konular hakkında karar veriyorlar. Olmayacak şeyler dile getiriliyor. Planlama yok, çünkü plan yapacak adam iş başına getirilmiyor. Önce yağma geliyor sonra plan. Yağmayla plan yan yana olmaz. Yarıdan fazlası kaçak olduğu söylenen 15 milyonluk bir şehrin planı olur mu? On beş milyon kişi devlet demek. Yüzde 60'ı kaçak olan bir yerde belediyeden söz edilebilir mi? Bir tarafta güzel bir park, bir kaç yüzüne bakılır bina ... Bu kadar yoğun bir yapılaşma içinde bunlar kuşkusuz olabilir. Ama trafikte günde üç saat harcanıyor. İstanbul'da ulaşım çökmüş. Politik sözler bu gerçeği değiştirmez. Bu sorunlar bir kaç kişinin suçu değil. Cehalet birikimi. Aklına rüyasında bir şey gelen politikacı, 'bu harika' diye düşünüyor. İstanbul'a egemen olan kültür 'ilkel' İstanbul'a egemen olan kültür ilkeldir. Şehir, yarattığı sorunların yanıtlarını verecek güçte değil. Hep geride kalıyor, sorunlar yığılıyor. İnsanlara krediyle ucuza otomobil satılıyor ve trafik felç oluyor. İstanbul'un iki yüz kilometre kıyısı var. Bu kıyı ve deniz maalesef kullanılmıyor. Denizi, şehrin ana ulaşım sistemine entegre etmedikçe sorunlar çözülemez. 300 kilometre uzunluğunda bir metro ağına ihtiyacımız var. O metroyu yaratmadıkça İstanbul'un sorunu köprülerle, tünellerle yol genişletmelerle çözülemez. Çirkin koşullarda yaşayan insanların hayatına çözümler getirilmeli İstanbul'da insanların yarısı kaçak yapılarda, yüzde 95'i de kötü binalarda yaşıyor. Ama biz hep iyi binalarda yaşadığını farz ettiğimiz yüz22 Tesisat Dergisi Sayı 133 - Ocak 2007 de beşten bahsediyoruz. Geri kalanlar nerede yaşıyor, ne zaman değişecek onların yaşamları? ... Artık mimari söylemin bunu içermesi gerekir. Devamlı üstün yapılardan, primadonna- /ardan bahsetmek anlamsız. 'Çoğunluğun yaşadığı mekanları nasıl daha iyi yapabiliriz?' sorusuna cevap aranmalı. Kötü koşullarda ve çirkin ortamlarda yaşayan insanların hayatına ışık getirmek kanımca mimarın temel kaygısı olmalı. Entel/ektüel çaba yeterli değil Tarihi mirasa az okumuş bir toplum sahip çıkamıyor. Çok büyük hızla gelişen, büyüyen ve sayısal olarak artan toplumumuz maalesef cahil. Politik egemenlik de bunu yansıtıyor. Bilgi bir egemenlik aracıdır. Büyük ve zengin bir mimarlık tarihine sahibiz ama onu koruyamıyoruz. Politik güçler kültüre ağırlık vermiyorlar. Toplumun kendi maddi varlığını:ı sahip çıkması, örgütlenmesi gerekiyor. Para sadece devletten değil halktan da gelmeli. Türkiye' de bu yok. Onun için mimarlık tarihi mirasımızı ne inceleyebiliyoruz ne de koruyabiliyoruz. Her şey toplumun kültürleşmesine bağlı. Şimdiye kadar doğru bulduğum şeyleri yazdım, çizdim ve kitaplar yayınladım. Ama bu çabalar pratiğe pek yansımadı. İ:stanbul'u, İzmir'i ya da Gaziantep'i kurtaramadık. Koruma planları yürümedi. Bazı güçlere ve eğilimlere çarptı. Toplumun genel seviyesine bağlı olarak entelektüel çaba yeterli değil. Scıdece çağrıda bulunabiliyorum. Ona katılanlar artar da günün birinde kamuoyu oluşursa daha iyi gelişmeler olabilir. Cahil toplumun ahlaklı olması zor Türkiye'deki davranışların niteliğini düşüren sayıdır. Çünkü sayıya tekabül eden bir eğilim ve örgütlenme gerekiyor. Örgütlenme için daha çok çaba, düşünme ve motivasyon gerekiyor. Namus da gerekir. Oysa cahil bir toplumun ahlaklı davranması çok zor. Türkiye'de ahlaksız insan cahil olduğu için böyle; l<ötü bir adam olduğu için değil. Anlamadığı ve bilmediği için ahlaksız. Ahlaktan ille hırsızlık ya da gündelik dilde kullanılan namus anlaşılmasın. Topluma karşı sorumluluk hissi kendiliğinden teliktir. Gelişmemiş toplumlar kendi kendilerini aldatırlar. Türkiye'yi kurtaracak tek şey 'akıl' ve 'bilim'dir Atatürk'ü reddeden profesörler de yetiştirdik. Ama Atatürk 20. yüzyılın yetiştirdiği en büyük devlet adamıydı. Geçenlerde Cumhuriyet Gazetesi'nde de yazdım; Atatürk 1933'te, 'Benim tek mirasım akıl ve bilimsel düşüncedir' demiş. Bundan daha açık ve seçik konuşan bir devlet adamı yoktur. Hiçbir devlet adamı ve devlet kurucusu böyle bir şey söylememiş. Son zamanlarda bilimi reddeden akımlar moda oldu. Bilimin yeterli olmadığını savunuyorlar. Kanser bilim olmadan çözülebilir mi, enerji sorunu laboratuvarda çalışan bilimadamı olmadan çözülebilir mi? Bilime karşı çıkmak bir safsata. Bilim gerekli ihtiyaçlara karşı çözüm arayan bir şey. Akıldan başka bir şey yok. Duygu var ama duyguyu anlatmak içinde akıl lazım. Duyulan hissedilen de ancak akıl ve mantık yoluyla dile getirilebilir. Yoksa şempanzeye dönersin. Türkiye'yi kurtaracak tek şey akıl ve bilimdir. Bunun dini inanç/o çatışması da gerekmiyor. Laiklik de bundan ibaret. Aksi halde bu politik kavga içinde Türkiye'nin başına bir sürü bela gelecek. Türkiye'de eleştiri kavramı gelişmedi Bazen güze/ şeyler de ortaya çıkıyor. Binlerce bina yapılıyor. Doğal olarak içlerinde de bir iki tane güze/ bina olabilir. İyi restorasyon örnekleri hala var. Fakat Türkiye'de felsefe olmadığı için maalesef eleştiri kavramı ve kavramsal düşünce pek gelişmedi. Az gelişmiş bir toplumda eleştiri yaptığın zaman küfür etmiş sayılıyorsın. Eleştiriyi henüz Türk toplumu ne anlıyor ne de hazmediyor. Eleştiri olmayınca ne bir yapının ne de herhangi bir şeyin insanla ilişkisini anlamak olası değil." Erdemliğe ulaşan bu hocanın yaşadığımız ortama isyan eden tutumlarının değerlendirilmesi; çağdaş, modern bilgi toplum bireyleri tarafından dikkatle izlenmeli, sert eleştirileri hoşgörü ile karşılanmalıdır. ll!J
RkJQdWJsaXNoZXIy MTcyMTY=